Sayfalar

Pazartesi, Eylül 24, 2007

şemsiye

sabah bebek'ten ufak tefek alışverişimi yaptım, eve yürüyordum ki hafiften bir yağmur başladı. açtım şemsiyemi...

bugüne kadar çok şemsiye parçaladım diyebilirim. istanbul'un rüzgarına şemsiye dayandırmak zor. en karaköy'den "en sağlamı, en koçu budur" tavsiyesi üzerine almıştım bu şemsiyemi de. hatta şemsiyeci bana kırılıp dağılmaması için şemsiye kullanmanın inceliklerini da anlatmıştı. bir elinizle tutacağından, bir elinizle de sapın üst kısmından kavrayıp, şemsiyenin sap kısmını da omzunuza yaslamanız gerekiyormuş.

kafamda bu düşüncelerle yürürken yolda duran yaşlıca bir amca bana el kol işaretleri yaptı. kulağımda kulaklık olduğunu farketmişti belli ki. durdum, yanına gittim. "kızım" dedi, "yağmur yağıyor, ben ıslanıyorum, şemsiyenizi bana verir misiniz?" bir an tereddüt ettim. sapasağlam şemsiye, almışım karaköyden... sonra düşündüm bugüne kadar kaç kişi benden şemsiye istedi, altı üstü bir şemsiye... "buyrun" dedim, uzattım şemsiyeyi, amca gülmeye başladı. "ben", dedi "bazen böyle yapıyorum, yoldan geçenlere soruyorum, hani türk filmlerinde zavallıcıklar 'bir yudum suuu, bir yudum suuuu' diye inlerdi, hatırlıyor musunuz, diye." amca insanlara bunu sorduktan sonra da sularından bir yudum istiyormuş. "bazısı veriyor, bazısı vermiyor" dedi. amcanın ihtiyacı su ya da şemsiye değil ama belli ki sohbeti seviyor. ne iş yaptığımı sordu; editörüm dedim, kitap hazırlıyorum. "amman ne iyi oldu" dedi amca "gel otur..."

biz oturduk bir banka, meğer amca otobiyografisini yazıyormuş. türkiye'deki ilk long play plakları elvis'leri şunları bunları çıkartmış, sonra başka çeşit işler de yapmış. hayatını yazmaya başlamış ama 30. sayfaya kadar gelebilmiş. hanımı da fizyologmuş. o kendisi üç kitap yayınlamış fizyoloji üzerine ama amcanın kitabı ile ilgilenemiyormuş, meşgulmüş. velhasıl, hisar sahilinde şemsiyeyle editör aranıyor..

Hiç yorum yok: