Sayfalar

Salı, Aralık 29, 2009

Sessiz Çocuk

Sessiz Çocuk

Bekleme odası sakin ve sessizdi. Dev saksılardaki bakımlı yeşil bitkiler çıt çıkarmıyorlardı. Gençten bir kadın ve altı-yedi yaşlarında bir kız krem rengi deri koltukta yanyana oturuyordu. Çocuğun gözleri önündeki boşluğa dalgın bir şekilde asılı kalmıştı. Üzerinde kadife bir bahçevan pantolonu ve yün bir hırka vardı. Dağınık kahverengi bukleleri yaramaz bir hava veriyordu yüzüne. Oysa bakışları son derece dingindi. Eskimiş ayakkabılarını koltuktan aşağı sallandırıyordu… Sessizce çocuğu izleyen kadının yüzünde bir çaresizlik ifadesi vardı. Sarı saçları zayıf ve güçsüz görünüyordu, yüzü de aynı ölçüde zayıf ve soluktu.. Kapı açıldığında kadın şöyle bir toparlandı, ayağa kalkar gibi olup vazgeçti ve deri koltuk gıcırtıya benzeyen acayip sesler çıkardı. İçeri giren bakımlı ve güzel kadın sekreter gibi bir şey olmalıydı, “Yoldalarmış, sizi biraz daha bekletecekleri için çok üzgün olduklarını söylediler.”

Sonra da küçük kıza dönüp “İçecek birşey ister misin tatlım? Kola ya da meyve suyu?” dedi. Çocuk onu duymamış gibi boşluğa bakmayı sürdürdü. Bunun üzerine sekreter soran bakışlarla kadına döndü, kadın bir parmağıyla kulağını işaret eden bir hareket yaptı.

“Ay çok pardon”, dedi sekreter. “Yazık pek de küçük, doğuştan mı böyle sonra mı oldu?”
Kadın soruya cevap vermedi, “Ben bir su alabilir miyim lütfen?” Sekreter bozuntuya vermeden gülümseyip odadan çıktı.

Kapı kapanınca kadın çocuğun elinden tuttu ve ona sessizce fısıldadı: “Lütfen konuş benimle… Birşeyler söyle…”

Bunun üzerine çocuk kadına döndü ve gözlerini onun gözlerine dikti. Başının etrafını vahşice saran kahverengi bukleleri arasından dimdik ona bakıyordu. Ve ağzını açmaksızın düşüncelerini kadına aktarmaya başladı:

“……ne yapmamı istiyorsun, gülüp oynayayım mı?.........”

“Sana iyi bakacaklar,” dedi kadın. “Zengin insanlar, imkanları çok. Her istediğini yaparlar.”

“………..sen de güzel güzel iğnelerini yaparsın işte………”

“Mesele o değil ki. Ben bakamam sana. Sana verebileceğim güzel hiçbirşeyim yok”

“…..gene de beni satman gerekmezdi……”

“Ne yapayım para veriyorlarsa almayayım mı? İki gündür yemek yemedin anlamıyor musun hâlâ? Sana iyi bakacaklar diyorum. Onların kızı olacaksın bundan böyle, seni sevecekler, mutlu etmek için çabalayacaklar. Herşeyin olacak bundan sonra.”

Çocuk önüne döndüğü sırada kapı tekrar açıldı, sekreter elinde bir bardak suyla içeri girdi ve cam sehpaya bir peçete koyup bardağı üzerine bıraktı. “Afiyet olsun”.

Kadın gülümsemeye çalıştı. Bir yandan da rahatsızlanmış gibi omzunu, boyununu kaşıyordu. Yüzü bembeyazdı, yakında bir iğne daha yapması gerekecekti.

“Peki dudak okuyabiliyor mu?” diye sordu sekreter.
“Evet” dedi kadın, “Canı istediği zaman”.

O sırada telefon çaldı. Sekreter elden geldiğince işine hakim bir tavır ve tadında bir dalkavukluk tonuyla konuşuyordu; “Elbette Hanımefendi, nasıl isterseniz….. Tabii….. Evet bekleme odasındayız…. Ben gelip yardımcı olayım isterseniz…. Tabii hemen iniyorum.” Bir eliyle telsiz telefonun ahizesini kapatıp “Aşağıdalarmış, beş dakikaya gelirler, ben de hemen geliyorum” diyerek aceleyle çıktı ve kapı ardından sert bir ses çıkararak kapandı.

“Lütfen sakin ol tamam mı? Nasılsa konuşmuyorsun. Onlarla iletişim kurmazsan anlayamazlar zaten. Sakın kullanma, telepati yapma, anlamasınlar. Bırak sana baksınlar. Bırak artık çünkü yapacak başka şeyimiz yok anlıyor musun beni?”

Her an kapıdan içeri girmek üzereydiler. Kadın ne kadar telaşlı ve huzursuz ise çocuk da o kadar sakindi. Bir eliyle yanında duran saksıda oturan bitkinin dev yeşil yapraklarıyla oynuyordu. Kadına bakmıyordu bile.

“……….ilk karşılaştığımızda sana anne dediğimi hatırlıyor musun?……..”
“……………….ne kadar da şaşırmıştın………..?”

“Doğum tam yedi saat sürmüştü. Üstüne birden zihnimin içinde ‘merhaba anne’ diye bir ses duyunca bir an delirdim sanmıştım.”

“…… ben ne yapıcam o insanların yanında? nasılsa anlayacaklar….”

“Telepati kurmazsan anlamazlar. Nasılsa konuşmuyorsun, konuşmayacaksın. Duymuyor gibi yaptığın sürece tamamsın.”

“………ha öyle mi, bi de sen dene istersen…...”

“……………………….”

“………anlamadığım tek birşey var…. buraya birine yardım etmek için geldiğimi
sanıyordum ben……”
“………demek ki o sen değilsin……”

“Belki onlardır”

“………………..saçmalama…………….”

dedi küçük kız başını çevirip. Sonra içini çekip gözlerini uzaklarda, olmayan biryere dikti;

“………….dünyaya neden bütün bu anılarla ve bu acıyla geldiğimi anlamıyorum……….”
“…….neden burada olduğumu……”

“Yakında öğreneceksin, bundan eminim.”

Çocuk annesine sarıldı ve küçük elleriyle kadının kıyafetlerine tutunup yüzünü kucağına bastırdı.

Dışarıdan ayak sesleri geliyordu. Kadın çocuğun yüzünü elleri arasına aldı ve kapı açılırken son kez kulağına fısıldadı.

“ Susarsan. Çocuk Olmadığını. Anlamayacaklar. Tamam mı?”

Sona © Aralık 2009

Hiç yorum yok: