Sayfalar

Perşembe, Temmuz 03, 2008

eski yazılardan: Açın Polis!


Açın Polis! Sarı çiçeklerim var taze. Hadi söyle baba! Belki birgün size de çıkabilir dememiş miydin? Baba bir defter nasıl ve neden biter? Bir öykü yazılmayı kaç istifa, kaç ayrılık boyu bekler? Baba hep böyle düşlerden düşmekten... Nasıl da değişiyor hayat. Hep bir san ki, yeter ki sen inan ki, o zaman mucizeyim ben. Yolculuğun sonu yoktur demiştin. Hep değişir. Maceranın iyisi kötüsü olmaz o zaman değil mi? Şükürler olsun bu güzellik öyle çok ki, taşıyorum. Tüm nazarların gözünün içine fışkırarak yaşıyorum. Kem gözlere şefkatle sarılıyor, kötülüğe meydan okuyorum. Sen Shogun’dun, sonra Süpermen, sonra Obi Wan. Karanlık tarafa da bir göz at evladım, içinde kalmasın demiştin. Dememiştin de lafı oraya getirmiştin işte. Köpek gibi aşık oldum, it gibi eğlendim. Yardım almadan yardım, hep bokunu çıkardım. Yedik içtik beraber, bulaşıkları hep ben yıkadım. Olsun... Kimi zaman mücadele etmek, bazen de sığınmak zamanıdır.

Bazen baba, bileğim burkuk, sahil boyunca yürüyorum. Uzun, takma denizkızı kuyrukları var sular içinde. Kasabada bir cinayet benim üzerime kalmış, ben bazen yağmurum. Hadi ikile kızım diyorum, millet uyanmadan. Dünyanın sonu geliyor ama o çılgın zengin adam herşeyi planlamış. Tek tek “delete” tuşuna basarak evrende ne varsa yokediyor baba, farkında mısın herkes biraz yaratık oldu. Öte yandan, o sıralarda ben, o sevimli tatil kasabasında Ferit’le günümü gün etmekten başka şey düşünmüyordum ki zaten. Nehir kenarında bir pagan düğünü yapacaktık. Bayram olacaktı, şenlik olacaktı, saçımda çiçekler olacaktı. Ondan ayrı kaldıkça adeta çıldırıyordum. Yapmam gereken, cinayetin unutulmasını beklemek, Ferit’in ve kasaba halkının gönlünü almak, ama hepsinden önce onu biran evvel yatağa atmaktı. Hem de hemen. Sahilde kabuklu deniz canlıları kabuklarını bırakmış yüzüyorlardı ki bu hiç iyiye işaret değildi. Başıboş köpekler çıldırmış gibiydi. Başıboş Ferit’ler sürüler halinde, gitgide silinerek ufukta kayboluyorlardı. Havada tuhaf sarı bir pus okyanusla gökyüzünü birleştirmişti. Hemen harekete geçmeliydim.

Eskiden evcil bir cırcır böceğimiz vardı. Ah hiç susmadı, hiç. Sinsi bir örümceğe yem oluncaya kadar vazodaki çiçekler arasında, ne çene ne çene... Ateş et bana sevgilim, komalı seslerle çizdiğim bir resim, ve günübirlik bildiğim tek isim, senin sesin.... Ben bir ekran koruyucuyum demiştin. Anlamamışım. Büyüler eskisi gibi çalışmıyordu artık çünkü sen inanmıyordun. Yuvarlan takla yuvarlan, köşeli köşeli kenarlan. Düşerken bazen kenardan, altüst ettim, buldum ama yerine koyamadım. Dibine vurdum ama derine doyamadım. Dağları aştım senden koşarken, yine varamadım. Hayat nasıl da macera, bazen suskun. Aradıkça üzülüyor. Peki durdukça kaybolur mu? Babacığım, birşey gerçek olamayacak kadar güzelse gerçek değildir, demiştin, akıllı ol! Ah baba hep böyle düşlerden düşmekten... O çukura düşer düşmez kucağına yuvarlandım. Baba bu kadar zor mu yaa, olur mu yaaa! Hıçkıra hıçkıra ağlayamamamış, hokkabazdan hallice gülemememiştim kaç zamandır. Zamandır aldatır, bak nasıl da hıçkırmıştım o gece? O gece baba. Herşeyin toz ve gaz olduğu yerde, gittiği kadarım ben derken, bak işte herşeyin bittiği yerde başlıyor sihir okulu. İşte baba, işte o gece ben sihir büyüsü yapmayı öğrendim.

Şimdilerde müzikallerde oyunuyorum babacığım. Arasıra uçakları kaçırıyorum. Yaz ortasında yağmurlar altında, ve kışın cayır cayır yanarken, çaktırmadan kırmızı ışıkta sakin sakin, ve deli gibi baba, deliler gibi.... Ne demiştin; kendine iyi davran, çok çalış, yüksekten uç, toprağa dokun ve beni hatırla. Öyle dememiştin de, lafı oraya getirmiştin işte. Hiçkimse vazgeçilmez değildir, hiçkimse, hiçbirşey senden öte değil güzel kızım, demiştin ya, kendinin tadını çıkar diye... Babam, sevdiğim ne varsa akıp gidiyor. Ben de öyle yapmalıyım. Küçük arabam kırmızı, ben ve portakallı sürprizim, şehir kocaman ve kısacık yollarım sonsuza uzanıyor eskisi gibi. Ve eskisi gibi, ben hep bırakmaya hazırım.

14 Şubat 2006

Hiç yorum yok: