Sayfalar

Pazar, Ağustos 02, 2009

Nekromanon

Nekromanon

Bir yaz gecesiydi. Ne zamandır bastıran sıcaklar nefes aldırmamışken o gece hoş bir esinti vardı. Sokakta yürüyorduk. Ayağında parmakarası terliklerin vardı, yürürken çıkardıkları flap flap sesler yaz gecesinin aylaklığına çok yakışıyordu. Altında yeşil şortun vardı, 10 numara yazan. Üzerinde de siyahtan griye dönmüş boz bir tişört.

Sen biraz hızlıca yürüyordun, ya da ben biraz yavaş kalıyordum herhalde ki sırtını görüyordum. Görüşmeyeli omuzların daha da genişlemişti sanki. O kasları genişletmek için kendini paralıyordun. Sanki onlar genişledikçe yüreğinde de bir yer açılıyordu, zorla duvarlarını itip orada bir boşluk oluşturuyordun. Ben takıntılı biçimde kas geliştiren tipleri hastalıklı buluyordum, ama seni ilk tanıdığımda hor gördüğüm o güçlü genişliğin, filmlerdeki Spartalı savaşçıları andıran bedenin sonradan sonraya benim için arzunun tek tezahürü haline gelmişti, o ağırlığın altında ezilmek istiyordum. Oysa sen kendi kafanda o kas yığını projesinin henüz başlarındaydın. Kendini inşa ediyordun.

Yavaşladığımı görüp duraksadın bir an, “Sonra Sodorom’u alacağız güzelim” dedin, “ve de Nekromanon, Nekromanon’u sana ben alacağım.” Demek DVD film almaya gidiyorduk. Gene senin kafanda bir plan vardı ve herşey, herkes, bütün dünya bu plana göre işliyordu. Bu sokağı bilmiyordum ben, ışıkları yanan dükkanı DVD’ci zannetmiştim ama değilmiş. Sen filmleri saymaya devam ediyordun. “Bir de Aparthenon’u alacağız, iki tane, biri bana bir tane de senin için.” Gene sırtını görüyordum, niye böyle hızlı hızlı yürüyordun ki? Sanki karanlıkta adımların beni bir yere sürüklüyordu, bir arabanın farı sırtını aydınlatarak yavaşça dönerek kayboluyordu.

Ama biz ne zaman barışmıştık ki? Doğrusu evet kavga etmemiştik ki barışalım.. Gene de sen onca zaman ortadan kayboltuktan sonra yeniden çıkageldiğinde ben ne tepki vermiştim ki? Ters davranmalıyım diye düşünmüştüm, ters değil de biraz soğuk ve mesafeli, nazik bir şekilde hiçbirşey olmamış gibi yanağından öpecektim. Etrafta arkadaşlarımız olacaktı, sahildeki beton duvarda oturuyor olacaktınız. Ben bisikletimden inip seni yanağından öpecek – herkes gibi – sonra da duvara oturacaktım bağdaş kurup. Naber nasılsın faslından sonra çok rahat bir şekilde ama damdan düşer gibi dalacaktım konuya “Ya ama sen de çok ayıbettin Okan” diyecektim. “Elbette herkes herkesten çok hoşlanmayabilir, benle takılmak istemiyor olabilirsin, ya da duygusal bir yakınlığa girmek istemiyorsun belki olabilir ama keşke haber verseydin, bunu ortadan kaybolarak, sessiz kalarak yapman hiç güzel olmadı.” Sakin, dürüst, samimi ve açık olacaktım. Tek silahım buydu hayatta ve bence adaletliydi de. Ama sonra sen ne tepki vermiştin de şimdi böyle tekrar hiçbirşey olmamış gibiydik hatırlaramıyordum. Yani sen öyleydin, hiçbirşey olmamış, daha dün “yarın görüşürüz” diye ayrılmışız gibi davranıyordun ama ben öyle hissetmiyordum, bir tutukluk vardı bende. Gene de ağzından çıkacak bir güzel söze muhtaçtım. Şu bilmemne filminden bahsederken ağzından çıkacak bir “güzelim” lafı beni aptallık ölçüsünde mutlu ediyordu. Daha aramızda bir şey yokken, ikinci ya da üçüncü karşılaşmamızda bana “güzelim” demeni yadırgamıştım. Kadınlara kolayca güzelim, tatlım, hayatım falan diyen kurnaz tiplerden oldum olası nefret ederdim. Ama kısa süre sonra ben artık bir “güzelim” bağımlısı haline gelecektim. Şimdi gene söylemiştin işte. Her ne havada idiyse demek geçmiş, şimdi gene burada, yanımda diyordum. Seninle hiçbir zaman çok ileriyi düşünmemiştim. Zaten düşünsem ilk uçakla başka bir ülkeye gitmem akıllıca olurdu. Sana olan duygularım genelde şimdi ve şu anla ilgiliydi, büyük bir güce teslim olmak düşüncesi beni diğer tüm rasyonel yargılarımdan alıkoyuyordu. Sadece büyük bir arzuya dönüşmüştüm, düpedüz delirmiştim işte. Peki sen ne söylemiş, ne tepki vermiştin de olay tekrardan buraya gelmişti? Tamam geri dönmek istesen beni ikna etmen çok güç olmayacaktı, başta biraz ayak direyecektim elbette ama numaradan da değil, zaten öyle hissediyor olacaktım. Aklımda böyle kurmuştum ama buraya nasıl geldiğimizi bir türlü hatırlayamıyordum. O sırada sen bir taksinin yanında durdun, sürekli konuşuyordun, bense duraksadım. Ne taksisi, nereye gidiyorduk? “Sonra bir de Nekromanon’u alacağız güzelim” diye hala dır dır konuşuyordun ama aklında sanki başka bir şey vardı, gözlerin gene öyle deli deli bakmaya başlamıştı, fakat sözde çaktırmıyordun. Ama sonunda hatırladım, biz böyle bir geri dönme konuşması yapmamıştık bile, sen hiç geri gelmemiştin. En son “naber, nasılsın” diye telefonda sorduğumda “meraba, iyiyim, işler yoğun, iş görüşmelerim var onlara gidiyorum falan” demiştin ben de mal gibi kalmıştım öyle kapatmıştık. Hay allah kahretsin, bunların hiçbiri gerçek değildi, rüyadaydık şimdi , ya da sen benim rüyama girmiştin ya da ben seni rüyamda görüyordum.

Bunu düşündüğüm anda atlayan bir plak gibi zamanda kısa bir an geriye gittik. Taksiye doğru yürüyorduk, karanlıkta sırtını bir araba farı aydınlatıyor, ışık dönerek kayboluyordu. Ben az önce düşündüklerimi tamamen untumuştum, hafızam sıfırlanmıştı sanki, öylece arkandan yürüyordum. Sen taksinin kapısını tuttun, “Sonra bir de Nekromanon’u alacağız güzelim” dedin, bakışlarında bir merak vardı, bu defa anlayacak mı bakalım gibisinden ve o anda artık bunun bir rüya olduğundan artık emin oldum. Aslında uyanmak yerine şu lanet olası taksiye binmek istiyordum ama rüyanın içinde rüyada olduğumu farkettiğim anda başka şansımın olmadığını, uyanacağımı anladım. Etraf dıştan merkeze kararmaya başladı, bir şey beni geriye çekiyordu, o sırada bileğime yapıştın “Nereye gidiyorsun?” diye öfkeyle bağırdın. Karanlık gitgide tamamlanıyordu, gitgide geriye doğru uzaklaşıyordum. Elin hala bileğimi sıkı sıkı tutuyordu ama seni göremiyordum. Taksinin en son sarılığı da kayboldu ve herşey tamamen karardı, yalnızca senin “Yatağında biri mi var?” diyen sesini duydum. Şimdi yatağımda yatıyordum ama gözlerimi hemen açamadım.

Cenin pozisyonunda yatıyordum. Sırtımda garip, güçlü bir ürperti oldu ve bu hızla çok kuvvetli bir akıma dönüştü, elektrik çarpması gibi sarstı bedenimi. Sanki DVD filmlerin takılması gibi, dijital bir takılma gibiydi. Küçük bir anın, bir saniyenin hızla üstüste tekrarlanması gibi. Ve aynı ölçüde korkunç bir dijital ses eşlik ediyordu buna, çok acımasız ve sinir bozucu bir frekanstı bu, insanoğlu için yapılmamıştı. Ama sanki beynimin içinden geliyordu. Son derece ürkütücü ve rahatsız ediciydi, bedenimi kımıldatamıyordum.. Bir an geçer gibi oldu ve gözlerimi açmaya zorladım kendimi. Bu bir karabasan olmalıydı. . Karabasan sözcüğünü düşündüğüm anda pişman olup korkuya kapıldım, çünkü o olduğunu düşündüğüm anda geri gelecekti, nitekim geldi ve ikinci, üstelik daha kuvvetli bir sarsıntı dalgası, bir titreşim sırtımdan doğru beni elegeçirdi. Hiçbirşey yapamıyordum, gözlerimi açmaya çabaladım gene ve sonunda araladım. “Yatağında biri mi var” sözlerin kulağımda yankılandı, evet yatağımdaydım ama sanki gerçekten de arkamda birşeyler hareket ediyordu. Gerçekten de odamda, yatağımda birşeyler olduğundan şüphe ettim, ben kıpırtsız yatarken arkamda çarşafın üzerinde debelenip duran görünmez bir şey, bir gölge ya da belki de gerçekten odaya biri girmişti, hava çok sıcak, pencereler açıktı. Panik duygusu ile kendime gelip gözlerimi tamamen açtım, uyanmaya, oradan tamamen çıkmaya çabaladım ve başucumdaki lambaya hamle ettim. Hiçbirşey yoktu. Oda sessizdi. Dışarıda yoldan geçen bir arabanın sesi ve saatin tiktakları duyuluyordu.

Sona ©, Ağu stoz 2009

Hiç yorum yok: